30 Kasım 2010 Salı

MUHAFAZAKARLIK ÖLDÜRÜYOR- Kırkyama 28 Kasım 2010

Başbakan Erdoğan’ın erkek egemen sistemi kutsayan dili kadın katillerini cesaretlendiriyor
Muhafazakârlık öldürüyor


Kadın erkek eşitliğine inanmayan bir başbakanımız var. Her fırsatta AKP’nin muhafazakâr bir parti olduğunu söyleyen, evlere baba ocağı diyen, kadınlara üç çocuk doğurun diye seslenen… O konuştukça şiddet artıyor, kadınlar öldürülüyor.
Feminist avukat Hülya Gülbahar, başta Başbakan olmak üzere AKP’nin, bu söylemlerle kadının evdeki rolünü pekiştirdiğine dikkat çekiyor: “Dolayısıyla bir yandan göstermelik yasa değişiklikleri yaparken, bir yandan o yasalardaki eşitlik argümanının aleyhine, devletin en üst katlarından propaganda yapılmış oluyor.” Kadınların bu duruma itirazları ise şiddetle bastırılıyor. Sonuç; kadın cinayetlerinde 7 yılda yüzde 1400 oranında artış.
AKP’nin “pozitif ayrımcılık” diye sunduğu uygulamaların da kadınların ev içi rollerini destekler nitelikte olduğunu vurgulayan Gülbahar, ‘Kadınlar ve erkekler yaradılıştan farklıdır’ söyleminin başlı başına ve tüm kadınlara yönelik bir şiddet olduğunu söylüyor.
Şengül Karadağ’ın Hülya Gülbahar’la röportajı



AKP’nin 8 yıllık iktidarı boyunca yasalarda yapılan pek çok yeni düzenlemeden söz edilebilir. AKP, özellikle de Başbakan Erdoğan, bununla övünüyor. Ancak bu düzenlemelerin pratikte sonuç vermiyor olduğunu, hatta AKP iktidarı döneminde kadına yönelik şiddetin görülmemiş ölçüde arttığını görüyoruz. Ortada büyük bir çelişki var gibi görünüyor. Siz ne dersiniz?
Kuşkusuz AKP döneminde kadın örgütlerinin mücadelesiyle kimi yasal değişiklikler yapıldı. Bu değişikliklerin bir bölümü zaten Türkiye’nin gündeminde AB süreci yüzünden ya da yasalar çok eskimiş olduğu için vardı, ya da hazırlık süreci on yıllar öncesinden başlamıştı. Ve bu değişiklikler yapılırken kadınların çok büyük mücadelesi oldu. Önce bu noktayı vurgulamak gerekiyor.
Örneğin en önemlisi Türk Ceza Kanunu değişikliğiydi. TCK değişikliği AKP iktidarından önce başlayan bir çalışmaydı, yani zaten değiştirilmesi gerekiyordu, AKP döneminde değiştirildi. Ama biz kadın örgütleri olarak bu değişikliğin yapılmasını sağlarken çok büyük mücadeleler vermek zorunda kaldık. Kadınların bu emeğinin yok sayılmaması gerekir. Ne yazık ki AKP kendi yapmış gibi propaganda yapıyor. Yapılanlar kadınların zoruyla oldu. Gerçekten çok zorlandık, ceza davaları filan açıldı hakkımızda. Bu unutturulmaya çalışılıyor.
İkincisi örneğin şiddete karşı 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun 17 Ocak 1998 yılında çıkartıldı. Ama ne yazık ki kamuoyuna sanki AKP döneminde çıkartılmış bir yasa gibi yansıtıldı. Bu da doğru değil!
AKP döneminde çok güzel genelgeler de çıkarıldı. O genelgelerdeki tüm cümlelerin neredeyse tamamı Türkiye kadın hareketinin cümleleri. Ama ne yazık ki somut hedef, somut çözüm, somut vade ve herhangi bir bütçe yok bu çıkan genelgelerde. Dolayısıyla bunların hepsi kâğıt üzerinde kalıyor. Bu zaten, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kadınlarla ilgili bir devlet politikası. Aynı devlet politikasının AKP döneminde de devam ettirildiğini görüyoruz. Yasa var, genelge var ama uygulama yok!

AKP 8 yıldır tek başına iktidarda. Bu süre yükümlülükler açısından yeterince uzun değil mi?
Ben Türkiye’deki son 8 yıllık ana problemin, Sayın Başbakan’ın “AKP muhafazakâr-demokrat bir partidir. Bizim partimizin muhafazakârlığı aile konusundadır” sözünde yattığını düşünüyorum. AKP iktidar olduğundan bu yana Türkiye’de ilk kez -cumhuriyet tarihini baz alırsak- devletin bütün mekanizmalarını kullanan bir siyasi iktidar, kadın erkek eşitliğine inanmadığını deklare etti. Ben bu noktanın çok ciddi bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum.
AKP’ye bakışımı da iki ayrı dönem olarak değerlendiriyorum. 27 Temmuz 2007 seçimlerine kadar bir AKP ile karşı karşıyaydık. Bu tarihten sonra başka bir AKP ile karşı karşıyayız. 2007 seçimleri öncesinde, örneğin TCK’nın değiştirilmesi konusunda, kadınlarla daha interaktif bir ilişki kurabiliyordu AKP. Fakat 27 Temmuz seçimlerinden sonra ne yazık ki değişik bağımsız sivil odaklara olduğu gibi kadın örgütlerine karşı da mesafeli bir duruş sergilemeye başladı. Nihayet 2010 yılında Dolmabahçe’de kadın örgütleriyle yaptığı açılım konulu toplantıda Başbakan bizzat “kadın erkek eşitliğine inanmadığını” söyledi. Bu sadece kadın hareketi açısından değil Türkiye için bir milat sayılması gereken bir süreç.
Çünkü şiddet, kadınların “ev kadını” ve “anne” olarak ve de “iffetli kadın” diye çizilen çerçeveye itaatsizlikleri durumunda karşılaştıkları şey şiddet. Ben muhafazakârlığın kadına karşı şiddeti artırma mekanizmasının arkasında, bu cinsiyetçi rollerin pekiştirilmesi ve kadınların bu konudaki itirazlarının, adalet ve eşitlik taleplerinin şiddetle susturulması ve bastırılması olduğuna inanıyorum. Muhafazakârlık, cinsiyetçi iş bölümü nedeniyle, kadının evdeki rolünün altını ne kadar kuvvetli çizerse, kadınların buna itirazı ve direnişi o kadar yoğun bir şekilde yaşanıyor. Ve bu itiraz da beraberinde şiddeti getiriyor.

Ama muhafazakârlığın kadına yönelik şiddeti artırması sadece fiziksel, cinsel şiddet ya da cinayetler gibi görünür yanıyla ilgili değil...
Elbette değil. Somut göstergelere baktığımızda AKP’nin 7 yıllık icraatları içerisinde, Medeni Kanun’da aile konutu, “kadın ve erkeğin ortak haklara sahip konutu” olarak düzenlenmesine rağmen, Sayın Başbakan, “evlerimize baba ocağı denir”, “babalarımız evin direğidir” türünden sözler sarf ediyor. Böylece hem Medeni Kanuna aykırı bir söylem tutturuyor hem de aile reisliğini yeniden babaya ve kocaya vererek ataerkil aile modelini her bulduğu fırsatta propaganda ediyor. Dolayısıyla bir yandan göstermelik yasa değişiklikleri yaparken, bir yandan o yasaların ruhunu oluşturan eşitlik argümanının aleyhine, devletin en üst katlarından propaganda yapılmış oluyor.
Aynı olguyu Başbakan’ın üç çocuk doğurma tavsiyesinde ya da emrinde de görüyoruz. Son derece manidar bir şekilde Sayın Başbakan üç çocuk tavsiyesini, bir 8 Mart gününde, kadınlara söyledi. Kadınlar çocukların hem doğumundan hem yetiştirilmesin tek başına sorumluymuş gibi. Sonuçta bir ülke nüfusu yaşlanıyorsa, bunun sorumluluğunu kadınların, erkeklerin ve bütün toplumun hep birlikte paylaşması ve bir çözüm aranacaksa hep birlikte aranması gerekiyor.
AKP’nin kadınlara yönelik uygulamalarına baktığımızda ev içi rollerinin pekiştirildiğini görüyoruz. Örneğin, kadınlara vergi mevzuatından dolayı bir kolaylık getirildiği zaman evde iş yapan kadınlara, yani asıl olarak evinde çalışıp, ev işi ve çocuk bakımından sonra bir de fabrikalara iş yapan kadınlara getiriliyor. Eğitim konusunda bir devlet yardımı yapılacaksa bu yardım o çocukların velisi ve o çocuklardan sorumlu olarak görülen, evde duran kadınlara yapılıyor, çalışan kadınlara bu anlamda herhangi bir yardım yapılmıyor, örneğin. Aynı şekilde engelli ve hasta ve yaşlı bakımını evde yapan kadınlara birtakım destekler sağlanmaya çalışılıyor.
Görüldüğü gibi AKP’nin “kadınlara pozitif ayrımcılık yapıyoruz” diyerek yaptığı bütün uygulamalar, kadınların ev içi yükünü pekiştirecek, evdeki rollerini destekleyecek uygulamalar.
Asgari ücretle çalışan iki çocuklu bir kadına, her çocuk için iki yıllık hizmet borçlanması hakkı getirildi. Ama 11 bin lira gibi, asgari ücretli bir kadının yanından bile geçemeyeceği bir rakam bu. Dolayısıyla kâğıt üzerinde, çalışan kadını da destekliyoruz demek için, bir propaganda malzemesi yaratılmış oldu. Hayata geçme şansı sıfıra yakın bir düzenleme bu da.
AKP’nin kadınların çalışma yaşamındaki gücünün artırılması, ev ve iş yükünün kadınlarla erkekler arasında ve toplumla paylaştırılması gibi bir politikası yok. Bunun en önemli göstergelerinden biri, Maliye Bakanlığı bütçe planında açık ve net bir şekilde, “misafirhane (kadın sığınakları da bu kapsamda), lojman, kreş açılmayacak; var olanların onarımı dahi yapılmayacak” ibaresinin yer alıyor olması. Aynı şekilde işverenlerin -kamu ya da özel sektörde- kreş açma yükümlülükleri ciddi yaptırımlara bağlanacağı yerde, piyasadan hizmet satın alma gibi keyfi ve hiçbir yaptırımı olmayan düzenlemeye çevrilmesi de AKP iktidarının çalışma hayatında kadınların önünü kapatan politikalar izlediğinin tipik bir göstergesi.
Aynı şeyi kadınların siyasi katılımını artırmak üzere pozitif ayrımcılık ve kota tartışmalarında da görüyoruz. Başbakan’ın Dolmabahçe toplantısında söylediği “Avrupa Konseyi kararları beni bağlamaz, kota kadına karşı ayrımcılıktır” sözünde de görüldüğü gibi, diğer birçok partide olduğu gibi AKP’nin de seçimlerde aday olacak kadınları özendirecek, cesaretlendirecek bir politikası yok. Bu konuda yapılan AKP propagandası, “TBMM’deki kadın sayısını yüzde 100 artırdık”. Bunda kadınların çok önemli bir rolü var; bu bir. İkincisi yüzde 0,1 yüzde yüz artırınca 0.2 yapıyor. Bu da gerçek hayatta yanılsamadan ibaret bir ilerleme sağlandığını gösteriyor. Türkiye’de 7 yılda bir kadın vali bile atanmamış olmasını da bu konuda temel bir gösterge olarak aklımızda tutmak gerekir.
Zaten “kadınlar ve erkekler yaradılıştan farklıdır” söylemi, başlı başına, bir ülkedeki ya da bütün dünyadaki tüm kadınlara yönelik psikolojik şiddetin bir parçasıdır.

GÜNDE 5 KADIN ÖLDÜRÜLÜYOR, BU BİR CİNSKIRIMDIR 
Hülya Gülbahar, kadına yönelik şiddetteki artışın tek nedeninin muhafazalık olmadığını, medyanın ve savaş ortamının da bunda çok ciddi etkisi olduğunu söylüyor. Elbette küreselleşmenin getirdiği yıkım politikalarının da. Nitekim bu etki yüzünden dünyada da kadına karşı şiddet artıyor. Örneğin İsveç’te yapılan bir araştırmada kadına karşı şiddetin son 10 yıl içerisinde yüzde 5 oranında arttığı belirlenmiş. Farklı olan, Türkiye’de yüzde 1400’lere varan oranda bir artışın olması. “Araştırmalarıma göre dünyada tarihin herhangi bir evresinde, her hangi bir ülkede günde 5 kadının öldürüldüğü bir dönem yok” diyor Hülya Gülbahar, “Bu bir cinskırımdır.”

Rakamlar “Türkiye’de günde 3 kadın öldürülüyor” diyor. Siz 5 kadın diyorsunuz…
Adalet Bakanlığı’nın 2009’un ilk 7 ayı için verdiği rakamı güne bölerseniz üç küsur çıkıyor. İntihara sürüklenenler, kaza süsü verilenler yok bu rakamın içerisinde. Bunları da eklerseniz, sayının ne kadar dramatik olduğunu görürsünüz.
Genel olarak kadına yönelik şiddette de aynı şey var. 2008 yılında Hacettepe Üniversitesi’yle KSGM’nin yaptığı bir araştırmaya katılan kadınların yaklaşık yarısı, maruz kaldığı şiddeti ilk defa o araştırmacıya söylediğini açıklamış. Bu, araştırmacıya ‘ben şiddete uğramıyorum’ diyen kadınların önemli bir bölümünün de aslında şiddete uğradığını ama henüz açıklayamadığını gösteriyor. Yani var olan rakamlar yaşanan şiddetin hepsini değil, sadece ve sadece bir bölümünü gösteriyor. O yüzden ben Türkiye’de günde en az 5 kadının öldürüldüğünü söylüyorum.

“Artmıyor, görünür oluyor” iddiasına ne diyorsunuz?
Farkındalık olduğu zaman görünürlük de artıyor şiddette. Bu doğru bir tez. Ama kriminal kayıtlara kadın cinayeti olarak yansıyan şeyler için, görünürlük artıyor diyemeyiz. Kadın cinayeti kadın cinayetidir. Yakınları tarafından öldürülen kadınlardan bahsediyoruz. Bunlar her zaman kayıtlara bu şekilde geçiyordu zaten.



AKP KADINLARIN BÜYÜK GÜCÜNDEN YARARLANIYOR

Kadınlar aleyhine bu kadar olumsuz gelişmeye, kadınların geleceği için gerçekten tehlikeli politikalara rağmen AKP, önemli bir kadın kitlesini kendi politikasına kazanmış durumda. Bu durumu nasıl değerlendirmek gerekir sizce?
Akıllı siyasi liderler bütün bir toplumu ikna edecek büyük adımlar -doğru ya da yanlış- atmak istiyorlarsa, bunu kadınlar olmadan yapamayacaklarını bilirler ve buna uygun davranırlar. İktidar olmak isteyen ve iktidarın kalıcılaştırmak isteyen siyasi akımlar, kadınların enerjisini, topluma yön verebilme, onu etkileyebilme gücünü kullanabilme kapasitesi oranında başarıya ulaşmışlardır. AKP iktidara yürümeye başladığı günden bugüne kadar bu sosyal ve politik gerçekliği çok iyi bilerek davrandı. Ve kendi muhafazakar görüşleri çerçevesinde yeni bir toplum inşa ederken kadınların bu gücünden gayet güzel yararlanıyor. Bir çok kadın annelik ve iyi bir eş olma görevlerini gerek dinen gerek sosyal olarak en meşru ve en doğal işleri olarak gördüğü için bu alanı destekleyen politikalar tabii ki son derece cazip geliyor. Buna bir de parti genel başkanının ve aynı zamanda başbakanın en ücra kentlerdeki kadın toplantılarına bizzat katılması ya da bakan düzeyinde, grup başkanvekili düzeyinde yetkilileri göndermesi bu politikanın bir parçası. Bu, kadınlara kendilerine değer verildiğini hissettiriyor. Kadınların toplumsal konumlarını iyileştirme, kadınlara annelik dışında da bir değer verme politikası olmayan AKP, bu kadarcık bir değer gösterisiyle bile büyük bir kadın desteği kazanıyorsa diğer politik hareketlerin bunu bir özeleştiri konusu olarak düşünmesi gerekir. Tabiî ki kadınlar kendilerine aldırış etmeyen bir siyasi parti ya da oluşum yerine kendilerine bir biçimde zaman ve emek veren siyasi partilere daha güçlü destek veriyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder