5 Aralık 2010 Pazar

4320’yi AKLINIZDA TUTUN, ÇÜNKÜ...- Kırkyama 21 Kasım 2010


14 Ocak 1998 tarihinde kabul edilen 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, kadına yönelik şiddete karşı olumlu bir adım olarak görülüyor. Ancak gerek yasanın adı, gerekse içeriği ve uygulanmasına ilişkin birçok sorun tartışılmaya devam ediyor. Ankara Adliyesi 5. Aile Mahkemesi Hâkimi Şerafettin Şanver, bu kanunun uygulayıcısı olarak, kanundaki eksiklikleri ve yapılması gereken değişiklikleri gazetemize anlattı.

 

Kadına yönelik şiddet konusu 1980’li yıllarda gündemimize girdi. Bu soruna ilişkin toplumun duyarlılığını artırmak için yapılan çalışmalar sonucunda da görünür kılındı. Uluslararası hukuk alanında yaşanan gelişmeler ve ailenin korunmasını güvence altına alan Anayasa’nın 41. maddesi göz önünde tutularak, 14 Ocak 1998 tarihinde iç hukukumuz ve toplumsal açıdan çok önem taşıyan özel bir yasa çıkarıldı: 4320 Sayılı Ailenin Korumasına Dair Kanun.
Kadına yönelik şiddeti önlemede önemli bir adım olarak kabul edilen bu kanundan faydalanmak için her gün çok sayıda kadın başvuruyor. Kanundan faydalananlar olduğu gibi uygulamadaki eksiklerden dolayı gerektiği kadar yararlanamayanların sayısı da az değil.
Ankara Adliyesi 5. Aile Mahkemesi Hâkimi Şerafettin Şanver, bu kanunun uygulayıcısı olarak, kanundaki eksiklikleri ve yapılması gereken değişiklikleri gazetemize anlattı. Her şeyden önce kanunun adıyla işlevinin çeliştiğine dikkat çeken Şanver’in görüşleri özetle şöyle: 


Sevil Yılmaz' ın yazısı...

KANUNUN ADI DEĞİŞMELİ
“Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un adı bence yanlış. Olması gereken ‘Güçsüz Aile Bireylerinin Korumasına Dair Kanun’dur. Kanunun evden uzaklaştırmaya karar verilmesi hükmü uygulandığında nasıl oluyor da aileyi korumuş oluyoruz? Bir de şu sorun var: Nikâh akdi olmadan yaşayan ancak evli gibi davranan, toplum tarafından da öyle kabul edilen çiftlere bu kanun uygulanır mı, uygulanmaz mı? Bu konu hukukçular arasında tartışmalı. Bir kısım hukukçular -büyük çoğunluk- yasanın aile tanımının nikâh akdi ile sınırlı olduğunu düşünmektedir. Benim gibi düşünen hukukçu sayısı diğerlerine göre daha azdır. Ancak şunu unutmamalıyız. Kanun ilk çıktığında sadece eşler arasında uygulama imkânı veriyordu. Ancak diğer aile bireylerinin de -kayınvalide, kayınbirader, kardeş, görümce gibi- özellikle güçsüz olan kadına şiddet uygulaması, kanunun Mayıs 2007’de değişmesiyle sonuçlanmıştır. Yani ihtiyaçlar da yasaların güncelleşmesini gerektirmiştir”.

UYGULAMADAKİ SORUNLAR AŞILMALI
“Yaşanan bir olaydan bahsetmek istiyorum. Bir kadın eşinden boşanmış, bir çocuğu var. Birkaç yıl sonra yeniden kendisine bir hayat kurmak istiyor. Bir erkekle birlikte yaşamaya başlıyor. Onunla evlenmeyi düşünüyor. Fakat o erkek, zor günlerinde kadına sahip çıkmıyor. Kadın da bunun üzerine ayrılmak istiyor. Ancak erkek, kadını rahat bırakmıyor. Kadının bir mesleği ve düzenli bir geliri var. Kendi evinde oturuyor ve erkeğe de ekonomik olarak muhtaç değil. Erkek kadına şiddet uyguluyor, işyerinde kadını dövüyor, geç saatlerde kadının kapısına gelip rahatsız ediyor, hakaret, tehdit ediyor. Kadına yaklaşması, iletişim vasıtaları ile rahatsız etmemesi konusunda karar verildiğinde, bu bir şekli suç olduğundan ve savcılık ve kolluk kuvvetlerince takip edildiğinden caydırıcı olacaktır. Güçsüz olanı kurtarmış olacağız. İnanıyorum ki yasa yakın gelecekte lafzı olarak da bunları kapsayacak şekilde değişecektir. Nasıl ki sadece eşler arasında uygulanan kanun tüm aile fertlerini kapsamışsa yakında birlikte yaşayan çiftleri de kapsayacaktır. Yasayı uygularken neyi koruduğumuza bakmalıyız, eğer korunmaya değer bir yarar varsa kanunun lafzına değil ruhuna bakmalıyız, hukuku ancak o zaman geliştirebiliriz.
Öte yandan; Ailenin Korunmasına Dair Kanun kapsamında verilen tedbirlerin yerine getirilmesindeki sorunları da aşmak gerekiyor. Öncelikle, kolluk kuvvetlerinin (jandarma, polis) eğitimi; ‘aile arasındaki olaydır’ mantığının kaldırılması gerekiyor. Kolluk kuvveti tarafından cinayet davası gibi önemsenmeli, ciddiye alınmalı. Yine bir tehdit, hakaret davasında delil toplarken nasıl özenli davranılıyorsa, şiddet vakası geldiğinde de aynı özeni göstermeli, aksi takdirde olaylar ölüme kadar gidebilmekte. Bunun birçok örneği var.
Ayrıca eski eşler de kadın için potansiyel bir tehlike. Boşanma ve ayrılığı kabullenemeyen eski eş, boşandığı eşini takip etmekte, tehdit etmekte, fiziksel şiddet uygulamaktadır. Bu eşe de uygulanması kanunun ruhuna uygundur. İzmir’de taciz edip bıçaklayan eski koca olayında, AİHM Türkiye’yi eski eşi korumadığı gerekçesiyle tazminata mahkûm etmiştir”.

KADINA NAFAKA İÇİN FON OLUŞTURULMALI
 
“Karardan sonra kadının ihtiyaçlarının karşılanması (barınma, gıda vs.), sosyal devlet olma iddiasında isek devletin bir fon oluşturması, hâkimin takdir ettiği miktarda ödeme yapılması yolunda yasal düzenleme yapılmalıdır.
Uygulamada şiddet gören kadının kocası, evden uzaklaştırılmakta ve uzaklaştırma süresince kadın ve çocuklara nafaka bağlanmaktadır. Ancak bu nafakanın yasal yollarla tahsili, zaten zor durumda olan kadın için mümkün olmamaktadır. Bunun yerine devlet, oluşturacağı fondan bu nafakayı ödemeli. Nafakanın fona ödenmesini ise ‘Fon Yönetimi’ takip ve tahsil etmelidir”.  

DAHA ÇOK SIĞINMAEVİ OLMALI
“Gece yarısı evden dövülerek kovulan kadını nerede barındıracağız? Gerek merkezi hükümet, gerekse nüfusu belirli bir rakamın üstündeki belediyeler yeteri kadar kadın sığınma evi açmalı, kadın ve çocuklar bu sığınma evlerinde misafir edilip ihtiyaçları karşılanmalıdır. Üzülerek söylemek gerekirse il ve ilçelerimizde yeteri kadar kadın sığınmaevi yoktur. Şiddet gören kadın toplumda her türlü tehlikeye açık olarak yaşamaktadır. Gidecek yeri olmayan kadın da bu şiddete katlanmak ve yaşamak zorunda kalmaktadır”.

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder