24 Kasım 2010 Çarşamba

Kırık biblolar evimizin başköşesini süslemesin artık!-Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları


Kırık biblolar evimizin başköşesini süslemesin artık!

Tuzla buz olan bir bibloyu ne yapıp etsek de eski haline getiremeyiz artık. Diyelim ki çok uğraştık, yerden topladık parça parça dökülmüş her bir uzvunu... Tutkalla yapıştırılmış iğreti hali sizin de içinize bir sıkıntı yaymaz mı? Eskisi gibi olmayacağını bile bile sehpanın üstüne ya da çeşit çeşit ıncığın boncuğun yanında camekanın içerisine koyduğumuz biblonun bize hatırlattığı bir şey var: Bu topraklarda binlerce kadın, bağırış çağırış ve can havliyle kaçışın içerisinde içindeki bir şey kırılır gibi parçalanan biblolarını onarıp onarıp koyuyor gözünün gördüğü bir yere. Kendi kırılmışlığımızı, incinmişliğimizi, tamir edilemezliğimizi koyuyoruz aslında.
Evet kadınlar her gün can derdiyle yaşıyor. Hem can verdiklerine insanca yaşanacak bir hayat sağlama derdiyle mutfağa odaya, işe güce, çarşıya pazara, ucuzu, en ucuzu, daha ucuzu aramaya koşuyorlar her gün yeniden... hem de canlarını korumak için dayaktan uzağa, küfürden uzağa, tacizden uzağa, töreden uzağa koşuyorlar. Şiddetle parçalanıyor bedenlerimiz. Sadece kolumuzu kırıp yen içinde bırakan kaba şiddetle değil üstelik. Bir hafta boyunca 10 lirayla geçinmeye çalışmanın şiddetiyle... patronun süzen bakışının şiddetiyle... “mahalleye geç geldin, ne haltlar çeviriyorsun”un şiddetiyle... 12 saat çalışıp da üç kuruş parayı alamamanın şiddetiyle... “senden ne köy olur ne kasaba”nın şiddetiyle... okula gidememenin, dört duvar arasında hiç durmadan aynı işi yapmanın, erkenden evlendirilmenin, derdini anlatacak kimseyi bulamamanın... şiddetiyle parçalanıyoruz her gün. 

Viva Las Mariposas-Ekmek ve Gül Sayısı Kasım 2010 Yazıları

Viva Las Mariposas*
(*Yaşasın Kelebekler)


Minerva, Maria-Teresa, Patria Mirabal; özgürlük ve direnişin sembolü kız kardeşler…
Las Mariposas (Kelebekler)... Bu kelime, hem onların hem de faşist diktatörlüğe karşı verilen mücadelenin adı olmuştur.
Latin Amerika’da küçük bir ada ülkesi olan Dominik, 1930-1961 yıllarında, tam 31 yıl boyunca Rafael Trujillo diktatörlüğü tarafından yönetildi. Fakat bu tarihler yalnızca baskı ve zulüm yıllarını değil, aynı zamanda diktatörlüğe karşı direniş ve mücadele yıllarını da ifade eder. Bu direnişte ilk akla gelen isimler, Las Mariposas (Kelebekler) olarak anılan Mirabal kardeşlerdir.
Latin Amerikalıların çoğu gibi Mirabalların hayatı da hükümet darbeleri, diktatörlükler, siyasi çalkantılar içinde geçti. Kızlar, anne ve babalarından Trujillo rejimine itaati öğrenmişlerdi. Ta ki ortanca kız kardeş yatılı okula gönderildiği sıralarda bir yatakhane arkadaşından, onun ailesinin başına gelenleri öğreninceye kadar. Pırıltılı giysiler içinde saltanat süren Trujillo, gözü dönmüş bir katildi, bütün bu şatafatın altında zulmünden kan ağlayan bir ülkeyi yönetiyordu. Bu bilgi, Mirabal kardeşlerin bütün hayatını değiştirdi.
Aynur Seyrek'in yazısı...

KADIN CİNAYETLERİ-Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları


Bir sessiz katliam;
KADIN CİNAYETLERİ

Erkek egemen cinsiyetçi rol dağılımında kadın cephesinden aksamalar, itaatsizlikler, uyum yetersizlikleri; erkeğin muazzam şiddeti ile “yola getirilmekte”dir. Tek tek kadınlar ve genel olarak kadınlık; tek tek erkekler ve genel olarak erkeklik karşısında “terbiye edilmekte”dir. Kadınları kontrol altına alma, itaat ettirme sürecinin psikolojik baskı, hakaret, dayak, taciz, tecavüz gibi çeşitli pratiklerinin son halkası kadın cinayetleridir.

Türkiye, kadın-erkek eşitliği sıralamasında 130 ülke arasında 127. sıraya geriledi. Son 7 yılda Türkiye’de kadın cinayetleri 1400 kat arttı. Günde 4-5 kadın, 2010’un ilk 10 ayında 980 kadın öldürüldü, onlarcası da intihar etti ya da ettirildi.
İşte bu dehşet bilançosu AKP Hükümetleri’nin kadınlara hediyesi.
Kadın cinayetlerinin, küçük çaplı bir savaşın bilançosuna yaklaşan bir seyir izlediğini görmek mümkün. Ancak, bu ilan edilmemiş bir savaş ve kadınların ölüleri sayılmıyor.
Kadın cinayetleri, bir sessiz katliam olarak sürüyor. Hakim medya kadın cinayetlerini 3. sayfa haberleri olarak olağanlaştırıyor. Burjuva toplum düzenindeki tüm kirlilikler, tüm yetmezlikler ve çürüme, kadın üzerinden yansıyor topluma. Kadının konumu, topluma bir ayna tutuyor. İki yüzlü biçimde ya sevgiden, ya kıskançlıktan, ya namus gerekçesiyle, ya töre bahanesiyle öldürülüyor kadınlar. Kimileyin, yoksulluğun-çaresizliğin bir patlaması olarak yaşanıyor kadın cinayetleri.
Bir süredir kadınlar ölülerini saymaya başladı, yeni ölümlerin karşısında durmak için. Yeni ölümlerin karşısında durmak için dayanışma fikri İstanbul’dan Adana’ya, Ankara’dan İzmir’e, Eskişehir’e ülkenin dört bir yanına yayılıyor. 

Yıldız İmrek Koluaçık'ın yazısı...

Utanç Davasından Çıkan Karar Utandırdı - Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları

Utanç davasından çıkan karar utandırdı 

AKP ve CHP. Biri güya muhafazakar, diğeri güya çağdaş! İşte N.Ç davası bize, birbirinden çok farklı gibi duran bu iki partinin konu kadına yönelik şiddet, Kürt sorunun çözümsüzlüğü ya da işçi ve emekçilerin sömürülmesi olduğunda, aldıkları tutumlarla nasıl aynılaştıklarını bir kez daha kanıtlıyor. Bu iki yorum, toplam bir devlet refleksini gösteriyor. Ve bu refleks sürdürüldüğü içindir ki, küçük kız çocuklarına/kadınlara yönelik cinsel şiddet suçlarına her gün bir yenisi ekleniyor.


N.Ç… Bu iki harf 8 yıldır kadına yönelik şiddetin, tecavüzün, savaşın, yargı sisteminin ve tüm bunların arasında kadın olmanın, mücadele etmenin, ayakta kalmanın en travmalı simgelerinden biri oldu. Bu iki harf , 8 yıldır “Çocuklar geleceğimizdir” yalanını da, namus kavramını da, adalet terazisinin kimler için işlediğini de canı(mız) yakıla yakıla gösterdi. N.Ç.’nin Avukatlarından Reyhan Yalçındağ’ın da altını çizdiği gibi, “13 yaşında bir çocuk gösteriye katıldığı için ilk celsede ceza alırken, N.Ç 8 yıl boyunca adliye binalarında adalet aradı.
İşte bu uzun, her aşaması küçük kızı daha da hırpalayan utanç davası, 28 Eylülde sonuçlandı. Mahkeme, N.Ç.’nin de istismarda rızası bulunduğuna dair hükmü işlettiğinden, tutuksuz yargılanan 33 sanıktan 28’i 1-9 yıl arasında hapis cezasına çarptırıldı. Karar öylesine çelişkiler barındırıyor ki. Misal, 12 yaşında olsa da, din dersi alıp almaması çocuğa “Çocuk olduğu için” sorulmaz, dolayısıyla “Çocuk olduğu” için rıza aranmazken; tecavüze uğrayan aynı yaştaki bir kız çocuğunun tavrında “rıza” aranabiliyor ve daha da kötüsü “Rıza gösterdiği” yargısına varılabiliyor.

Serpil İlgün'ün yazısı...

Arkası Adliyede-Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları


Fiziksel, psikolojik, ekonomik ve...


Arkası adliyede


Türkiye çapında yapılan araştırmalar kadınların; yüzde 39’unun yaşamlarının herhangi bir aşamasında eşleri veya birlikte yaşadıkları kişilerce fiziksel şiddete maruz bırakıldıklarını, yüzde 92’sinin yaşadıkları fiziksel veya cinsel şiddete ilişkin resmi kurum ve sivil toplum kuruluşlarından hiçbirine başvurmadıklarını, sadece yüzde 57,2’sinin Ailenin Korunmasına Dair Kanun’dan haberdar olduğunu gösteriyor. Kaldı ki kadına yönelik şiddetin yoğunluğunun ortaya konulması için sadece günlük burjuva gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini incelemek dahi ortada ne kadar vahim bir tablonun bulunduğunu gözler önüne sermeye yeter. Türkiye’nin herhangi bir yerinde öldürülen, dövülen, hakarete uğrayan, ekonomik güçlükler içinde yaşamaya çalışan kadınlar her gün gazete sayfalarında gözlerimizin önünden geçer.


Devrim Avcı'nın yazısı...



Cinsel Şiddet Kriz Merkezleri Neden Gerekli?-Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları

Cinsel Şiddet Kriz Merkezleri Neden Gerekli?

Jodie Foster’in başrolde olduğu 1988 yapımı Sanık filmini izleyenler bilir. Bir barda vahşi bir tecavüze maruz bırakılmış kadın karakter ilk olarak hastaneye ulaşır. Orada onu kadın bir doktor muayene eder, delilleri toplar. Çok kısa sürede “tecavüz merkezi”nden bir kadın gelir. Bununla da kalmaz savcı hastaneye gelir, delil toplar, hemen o gece tecavüzcüleri tespit eder…
Tecavüz sadece Amerikan filmlerinde ya da dizilerde değil. Her beş kadından birinin hayatında bir kez tecavüze maruz bırakıldığı bir dünyada yaşıyoruz.
Peki tecavüzcünün adeta alkışlandığı, tecavüzün maç sloganı haline geldiği, adeta özendirildiği ülkemizde, bizi nasıl bir süreç bekliyor? Bir tecavüz durumunda ilk ne yapılır?

Başak Sopacı'nın yazısı...

Daha Çok İşimiz Var… Mücadeleye Devam- Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları

Daha çok işimiz var… Mücadeleye devam


Önceki sayımızda şiddet ortamından ve şiddet uygulayandan uzaklaşmak istediğimizde atabileceğimiz ilk adımlar ve sorumlu kurumlar üzerinde durmuştuk. Güvenli bir yer sağladıktan ve yeni bir yaşam kurmaya karar verdikten sonra karşılaşılabilecek zorluklar ve bunların çözümünde sorumluluğu olan kurum ve mekanizmaları bu sayıya bırakmıştık.
İster evimizi, düzenimizi, yaşadığımız yeri terk ederek yeni bir yaşam kurmaya girişelim (Ki çok sayıda kadın bunu yapmak zorunda kalıyor), ister düzenimizi değiştirmeden şiddetten uzaklaşmaya çalışalım, birçok sorunu aşmak zorundayız ve bu süre içinde çeşitli önleyici ve koruyucu hizmetlere ve tedbirlere ihtiyaç duyarız. Bu hizmetlerin ne kadar önemli ve hayati olduğunu, Nejla Yıldız’ın öldürülüşüyle de bir kez daha ve en acımasız hali ile görmüş olduk.


Gizlilik ve güvenlik 
Şiddet uygulayan kişi ya da kişilerden uzaklaşmak ve şiddetten uzak yeni bir yaşama adım atmak çoğu zaman birçok riski de beraberinde getiriyor. Evden ayrılmanın özellikle eş ve ailesi ya da kadının ailesi için kabul edilmezliği, kadının cezalandırılması gerektiği mantığı gibi birçok etken gözetildiğinde, güvenliğin sağlanması ve gizliliğin korunması en temel özelliklerden biri oluyor.
Elbette bunun ilk adımlardan biri sığınmaevlerinin adres gizliliğinin sağlanması. Başta bu kurumları yönetenlerin ve buralarda çalışanların gizliliğin önem ve gereğini anlaması ve buna uygun hareket etmesi gerekiyor. Bu, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde her kademede sorumluluğu olanlar için de geçerli.

Aylin Okutan'ın yazısı...

Alternatif Bir “Aracı” ve Kadın Dayanışması-Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları

Alternatif bir “aracı” ve kadın dayanışması




Ev eksenli çalışma, işlerin evde yapıldığı ve çoğunlukla kadınların emeğine dayanan, işin aracılarla dağıtıldığı, zaten düşük olan ücretlerin aracılara giden paralarla daha da azaldığı bir esnek çalışma biçimi. Daha çok kadınlar üzerinden şekillenen bu çalışma biçimine karşı kadınlar bir arada durmaya ve örgütlenmeye çalışıyorlar.
Bu ay sayfamızın konuğu Suna da, kızıyla birlikte ayakta durma mücadelesi verirken, geçimini ev eksenli çalışarak sağlayan bir kadın. Suna aynı zamanda firmalara aracılık da yapıyor. Ama aracılıktan para kazanmıyor; yani diğer kadınlar gibi yaptığı işin karşılığı neyse onu alıyor. Böyle olunca, birlikte çalıştığı kadınlarla arasında iş ilişkisinin dışında bir dayanışma ve kenetlenme oluşmuş.


Aslı Tanır ve Songül Ünalmış'ın yazısı...

Sömürü de Taciz de Katmerli -Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları

Tekstil atölyelerinde çalışan Kürt genç kızlar cinsel, ulusal, sınıfsal baskıyı iliklerine kadar yaşıyor

Sömürü de Taciz de Katmerli 





Yemek mi kötüymüş, ücretler mi ödenmemiş, şeflerinden azar mı işitmiş, patronların ve erkek çalışanların tacizine mi uğramış… Bunların hepsi zorlarına gidiyor, ama her türlü insanlık dışı muameleye sessiz kalmalarının tek nedeni var: İşsizlik. Genç kadınlar, işsizlik korkusuyla, hayallerini yıkan, hapishane hayatı yaşatan bu koşullara boyun eğiyor.


Dünyanın en büyük kentlerinden biri olan İstanbul’a her yaşta insan, bin bir hayalini gerçekleştirmek üzere gelir. Özünde ortaktır her göç edişin sebebi: İyi bir iş bulmak, daha iyi yaşamak… Daha terminalde otobüsten iner inmez bu hayalin gerçekleşmesinin ne kadar güç olduğu anlaşılır. Yakılıp yıkılan köylerden, harabe bir kasabadan, ilçeden, hatta kentten geliyorsanız, sizin için cehennem hayatı yeni başlamış demektir. Hele kadın ve genç kızsanız, işiniz iki misli zor.

Haşim Demir'in yazısı...

“BEKLEMEK ÇOK ZOR”-Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları

Beklemek kapı arkalarında, pencere kenarlarında, diriyi beklemek, hayatın her gün yeniden yaşattığı kaygıyla beklemek… Kadınlığın ortak hikayesi olan açlık, güvencesizlik ve yoksulluğa bir de her gün eşin tersaneden sağ salim dönüşünü beklemenin hikayesini ekleyin. Tersane işçilerinin eşleri anlatıyor.
“BEKLEMEK ÇOK ZOR”


Yemek yapmak, çocuk bakmak, evi temizlemek, yaşlılara bakmak… Kadın deyince akla ilk gelenler bunlar. İlk akla gelenler ama emek olarak görülmeyenler. Emeği görülmeyenler içerisinde öyleleri var ki yoksulluktan kurtulmak adına, eşlerini veda ederek işe uğurlarlar.  Her sabah bir ayrılıktır onlar için. Kimilerinin asla geri dönemeyeceği bir ayrılık. Onlar her gün bir iş cinayeti ile anılan Tuzla tersanelerinde çalışan işçilerin eşleri. Onlar, televizyonlardaki son dakika haberlerini yürekleri titreyerek izleyenler.

Arzu Erkan'ın yazısı...

21 Kasım 2010 Pazar

Kadın sağlık çalışanları şiddete maruz kalıyor - Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları


 Kadın sağlık çalışanları şiddete maruz kalıyor



Kadınlar sadece evlerinde ya da sadece sokakta değil, bulundukları her alanda şiddete maruz kalıyor. Günün en uzun saatlerini geçirdiğimiz işyerleri de şiddetin her türlü biçiminin görüldüğü alanlar. İşyerlerindeki emek sömürüsü ve çalışanları kontrol altında tutma isteği, cinsiyetçi bir hal alarak kadın çalışanlar üzerindeki etkisini artırıyor.

Novamed’de kadınların hamileliğinin sıraya konulması da, işyerlerinde psikolojik şiddete kadınların daha fazla maruz kalması da, kadınların yöneticilerin cinsel tacizine maruz kalması da, hamile kalan kadınların çeşitli şekillerde cezalandırılmaları da çalışanlar üzerinde kurulan tahakkümün cinsiyetçi ve şiddet içeren yanına örnek verilebilir.
Şiddet genel olarak bir halk sağlığı sorunu ve fiziksel ve psikolojik şiddete uğradığımızda ilk başvuracağımız yerlerden biri sağlık kurumları. Sağlık çalışanlarının şiddetin önlenmesinde önemli bir rolü olduğunu biliyoruz. Ama şiddetin en fazla yaşandığı işyerlerinden biri de sağlık kurumları, şiddete en çok maruz kalan da kadın sağlık çalışanları. Yapılan araştırmalara göre, sağlık sektöründe şiddete uğrama riski, diğer hizmet sektörü meslek çalışanlarına göre 16 kat fazla.

Edge Gürkan'nın yazısı...


Bir işyerinden şiddet öyküsü-Ankara'dan mektubumuz var...


Bir işyerinden şiddet öyküsü


Kadının eğitimli ya da yönetici olması kadın olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kadın olmanın zor olduğu ülkemizde çalışan kadın olmak daha da zor. Evde fazlasıyla sorumlulukları olan ve istismar edilen kadın, iş hayatına geldiğinde ise küçümsenerek cinsel obje olarak bakılmaktadır.
Üniversiteden mezun olduğum dönemde yeni yaygınlaşmaya başlamış olan insan kaynakları bölümü dikkatimi çekti ve bu alanda iş arayışım oldu. Okulda gördüğüm tüm uygulamaları tam anlamıyla gerçekleştirmek için bir yola çıkmıştım, yaşayacaklarım ya da göreceklerimden bi haber... Ve hayal kırıklıklarım...
Büyük bir şirketin İnsan Kaynakları Bölümü’nde kısaca İK Müdürü olarak işe başlamıştım. Eğitimler, kariyer planlamaları, ücretlendirmeler, işçi sağlığı vb konularda atılımlar yapmaya başladıysam da benden daha iyi bilen, bildiğini iddia eden erkek yöneticilerin olması benim durumumu kısıtlıyordu. Özellikle muhafazakar şirketlerde, erkek egonun daha çok arttığı ve kurumsallaşma içinde aslında farklı yapılaşmalara yol açtığı da bir gerçek. 

Gülçin İnan'ın mektubu....



Biri kadın mı dedi?-Tuzla'dan mektubumuz var...

Biri kadın mı dedi?
Yaşam içinde aydınlık karanlık engelini aşıpta çıkılması güç denen dağları tırmanılır bir hale getirdiğinde anlam kazandı, ama hangi varlık hayat suyunu bulmak için çamurlu yollardan geçmeyi göze aldı? Hangi varlık evinde lambası söndüğü vakit korkusuzca mumu aradı? Hangi varlık bedeni kanlar içindeyken evladı açlıktan ağlarken yok olmak pahasına özgürlüğü için haykırdı? Biri KADIN mı dedi? Duymak istiyoruz.
Zaman özgürlüğümüzün satın alınıp karanlık bir sandıkta kilide vurulduğu zamandır. Zaman penceremizden gökyüzünü özgürce izleyemediğimiz, izlediğimizde taşlandığımız, yolarımızda koşamadığımız, ağlayamadığımız, gülemediğimiz, sevemediğimiz, sevdiğimizde vurulduğumuz zamandır. Zaman çocuklarımız açken çaresizlikten yıkıldığımız, gece olduğu vakit bir odada on kişi bir yorgana sığmaya çalıştığımız ama ısınamadığımız, konuşmak, haykırmak istediğimizde ağzımızın bantlandığı, ellerimizin kelepçelendiği zamandır. Zaman çaresizliğimizin, çektiğimiz acının, yaşayamadığımız hayatın, özlemini duyduğumuz özgürlüğün, hakkımızı aradığımız dünyanın yüküyle yaşıyor. Unutulmamalı ki zamanla birlikte geçmişe bıraktığımız anılarımız gelecekte de sustuğumuz vakit omuzlarımızda taşıdığımız yük olacaktır. Ve bunun sancısını yine biz çekeceğiz. Biz, biz kimiz? Biri KADIN mi dedi, duymak istiyoruz.

Meltem Yıldırım'ın mektubu...

Kadının düşmanı kadın mıdır gerçekten-Hatay'dan mektubumuz var..

Kadının düşmanı kadın mıdır gerçekten?
Eskilerin bir sözü vardır, kadının düşmanı yine kadındır, derler. Özellikle aldatılan kadınlar. Olur mu öyle şey, derdik. Ama geçen gün seyrettiğim bir televizyon programından sonra acaba mı diye de düşündüm.
Gece yarısı yatmadan şöyle bir bakınayım dedim, kanallardan birinde (Kanal Türk) bir bağrışma, “ne oluyor orda” derken takıldım. Konu şu “aldatılma, kadına şiddet…” Güzel, demek birileri bir şeylere dikkat çekmeye çalışıyor, diye düşündüm, yanılmışım. Bir bey (Şevkat-Der Başkanı) şiddete uğrayan kadınları, ne yaptıklarını, çalışmalarını vs anlatıyor. Oradan eskiden sinema sanatçısı olan bir kadın (Saadet Gürses) kocaman sesiyle atlıyor; “dayağı hak eden kadınlar da var” diye. Nasıl yani? Hangi kadın dayağı hak eder?

Serpil Karaca'nın mektubu...

Bir ömür böyle geçti...-Kayseri'den mektubumuz var...



Bir ömür böyle geçti...

Ben ailemin “küçük ve beceriksiz” kızı olarak liseyi bitirdikten sonra hemen evlendim. Ailemden biraz olsun uzaklaşacağımı düşünerek, bana ilk güvenen insanla, ailemin rızası olmadığı halde, “kaçarak” evlendim. Fakat kısa bir süre sonra, biraz olsun uzaklaşacağımı düşündüğüm ailemi aratacak şekilde, hem eşimden hem de ailesinden baskı görmeye başladım. Tüm dünyam bir anda tersine dönmeye, tüm umutlarım yerini umutsuzluğa bırakmaya başladı. Eşim ailesine ve akrabalarına o kadar düşkündü ki, hayatını paylaşmaya karar verdiği kişi olarak ben onun gözünde hiçbir şey ifade etmemeye başlamıştım.

Bir Ekmek ve Gül okuyucusu anlatıyor..

Çengelli İğne-Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları

Ayla Belek'ten ÇENGELLİ İĞNE


Banyo

Köpük köpük saçlarımı durulamak üzereyim. Kuaförlerde yaptıkları gibi, masaj da yapmak istedim. Şampuan gözüme kaçtı. Bebekler için olanından değil. Elim alelacele musluğa giderken, banyo kapısından seslendiler.
- Beyaz gömleğim nerede?
- Biri ütüsüz, diğeri de askıda.
- O değil. Çift cepli olan.
Tuh! Tuzak soruya takıldım. Hep şampuan yüzünden.
- Yakasız olanı mı soruyorsun?
- Evet.
- Gardırobun soldan ikinci rafında. Arkaya doğru katlı duruyor.

Keşke bu kadar tanıdık olmasaydı- Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları

Keşke bu kadar tanıdık olmasaydı

Küçükken evde canım sıkıldığında, pencereden dışarı bakar, gözümün alabildiği en son noktaya kadar karşımda gördüğüm evleri, yanan ışıklarını tarardım. “Kim bilir şu an o evlerde ne yaşanıyor” diye bakar dururdum. O evlere baktığım zamanlarda, sanki onların sıkıntılarına ortak oluyormuşum gibi gelirdi. “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisi, bana o pencere meselesini yeniden anımsattı. Dizi tanıdık. Eminim ‘Ben bu sahneyi bir yerlerden hatırlıyorum’ diyen çok kişi vardır. Kendi yaşantısından bir şey buluyor insanlar bu dizide. İzleyenler, kendini bazen Osman’ın, bazen Berrin’in, bazen Mete’nin yerine koyuyor. Bazen de Cemile’nin…
Aile içi şiddet evrensel bir sorun. Dünya Sağlık Örgütünün 2002 yılı raporlarına göre, dünyada üç kadından biri yaşamlarının bir döneminde dayak yiyor. Türkiye’de ise Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun raporlarına göre kadınların yüzde 34’ü, çocukların ise yüzde 46’sı fiziksel şiddete uğruyor.
Yukarıdaki rakamlar bu diziyi bu denli hissetmemizin nedenini açıklıyor olsa gerek. İnsanlar izledikçe ağlıyor. Kızgınlıklarını dile getiriyor. Kimi Cemile’ye kızıyor, kimi Ali’ye ve belki hemen herkes Carolin’e.
Çağrı Sarı'nın yazısı...