7 Eylül 2010 Salı

Bingöl'den Salyangoz Fabrikası'na 47 yıllık yolculuk...- Ekmek ve Gül Dergisi Eylül 2010 Sayısı Yazıları

Bingöl'den Salyangoz Fabrikası'na 47 yıllık yolculuk...

Her anı tek tek kaydetmiş zihnine, çünkü dün yaşanan her şey bugününden çalınmış umutları gösteriyor. Babasının onu okula göndermeyişi mesela, ailesini geçindirmek için gurbete yolu düşen abisinin çalıştığı inşaattan düşüp hayatını kaybetmesi, çocuklarını yatıracak yeri olmadığından kıyafetleri yere serişi… Yalova’da Mantaş Salyangoz Fabrikası’nda işçi olan Saadet Atilla’nın bugünü geçmişten getirdikleriyle yaşanıyor, ahları da yarına taşıdığı umutları da.
Bingöl’den Bursa’ya göç ettiklerinde 12 yaşındaymış Saadet. Bursa’da bir küçük evle birkaç inek almış babası. Evin dokuz çocuğunun en küçüğü Saadet; en nazlısı değil ama, çünkü hayat ona nazlanma lüksü vermemiş, çocuklarına da vermediği gibi. Bursa’ya kocaman bir aile olarak göçmüşler, dokuz çocuk, anne-baba, Ürdün’de inşaatlarda çalışan abisinin eşi ve altı çocuğu.
Babası ağabeyinin Saadet’le yaşıt çocuklarını önüne katmış, okula yazdıracak. Saadet de peşlerinde. “Baba ne olur beni de yazdır okula” dese de nafile, “Cebimde son tütün param var, onu da senin için veremem” cevabı boynunu bükmüş Saadet’in; içinde yara kalan okul sevdasını bir kenara koymuş, ne de olsa ineklere bakacak biri lazım evde.
Esen Osmançelebioğlu'nun yazısı...
Bir elinde süpürge diğerinde çocukları
17 yaşında gelin olmuş Saadet. Tıpkı evin diğer kızları gibi kaçarak evlenmiş. Babaya inat, isteklerinin kıymetinin olmamasına inat, hayatlarında bir kere de kendi sözleri olsun istemişler.
Erzurum’da kaynanasıyla birlikte oturmuş önce. İlk çocukları bir oğlan, adı Varol. Evliliklerinin dördüncü yılında, Saadet’in deyimiyle, bir çul bile olmadan yanlarında, Yalova’ya taşınmışlar. Zar zor buldukları evde yere serecek bir şey bulamayınca kocasının ceketini serip Varol’u orada uyuturmuş Saadet. Kızı Nazlı doğduğu zaman ev sahibi evden çıkarınca yine güç bela başka bir eve taşınmışlar.
Kocası inşaat işçisi, sıva yapıyor evlere, binalara... Aldığı para pazar parasına bile yetmiyor. Saadet, geceleri kazak örüyor eve üç kuruş fazla para girsin diye, ilmek ilmek üstüne çoğalıyor ama azalmıyor evin ihtiyaçları. Gündüz de temizliğe gidiyor. Bir elinde süpürge, diğerinde çocuklarının eli... Bırakacak kimsesi yok çünkü, o nereye çocuklar oraya…
Yavaş yavaş ucuzdan bulunup alınan eşyalar mutlu ediyor onu. Halısı var, bir iki de divanı, bir de sehpa alıyor, oh ne güzel ev! Derken yine evsahibi kapıyı gösteriyor, daha yeni ev eve benzemişti oysa… Ahırdan bozma bir eve taşınıyorlar, neyse ki kira çok az da onunla avunuyor. Olmayacak oluyor o dönem, elektrik kontağından çıkan yangın bütün evi kül ediyor, emek emek aldığı eşyalar da içinde…
Kaynıyla ortaklaşa aldıkları arsanın üstüne inşaat başlıyor. Biraz kabası çıkınca ortaya pencerelere naylon gerip giriveriyorlar içine. Konu komşunun desteğiyle oturabilecek kadar eşyaları oluyor. Deniz’le Derya bu evde doğuyor.

Saadet Salyangoz fabrikasına
küçük Nazlı çocuk bakımına
Duymuş, mahalleli kadınlar salyangoz fabrikasına giderlermiş. Çalışmaya çalışacak da, çocuklar küçük, bakacak kimse yok. “Onlara bakacak birini buldukça gidiyordum. Bant başında ayakçılık yapıyordum, kancayla pişen salyangozları kabuğundan çıkarıyordum. Sürekli gidemediğim için sigortam yoktu. İki yıl böyle çalıştım, kazak ördüm, gündeliğe gittim, salyangoza gittim” diye anlatıyor o günleri.
İlkin yadgırgamış salyangoz işini, Kokuya dayanamıyormuş önceleri. Koli koli salyangoz, kadınların ellerinden geçiyor, yıka, ayıkla, parçala, kolile… Fabrikaya sürekli gidemeyince sigorta da yok, düzenli para da. Eşi inşaatlarda çalışmaktan boyun fıtığı oluyor, toz toprak içinde çalışmaktan egzamaya yakalanıyor, her tarafı yara bere içinde. Doktor “tozdan uzak dursun” demiş, mümkünmüş gibi yoksula tozdan uzak durmak… Kızı, Nazlı’sı küçük anne olmuş kardeşlerine, Saadet fabrikaya sürekli gitmeye başlamış.

Yazar olmak isterdi
Okuyamamak hep içinde uhde kalmış Saadet’in içinde. İstedi ki çocukları okusun, okuyabildikleri kadar. Hepsini de ne yapıp edip gönderdi okula, en azından liseye kadar okutmuş. Bu arada kendisi de Halk Eğitim’in okuma yazma kursuna gitmiş. Sertifikası duvarında asılı.
“İyi ki yaptım” dedikleri de var Saadet’in “keşke böyle olmasaydı” dedikleri de… “Şimdiki aklım olsa daha geç evlenirdim” diyor, dört çocuk doğurduğuna da pişman: “Bütün doğumlarımı evde kendim yaptım. Sosyal güvence yok, para yok, cahillik de var.”
Yazar olmak istermiş Saadet, hayalini kurduklarını, çilesini çektiklerini yazsın, yazsın da herkes okusun istermiş. “Kız çocukları okumalı, ben okumalıydım” diyor da başka bir şey demiyor. Okusa hem kendine hem de çocuklarına başka türlü bir hayatın kapılarını açacağına inanmış bir kere. “Kızım Nazlı küçük anne olmazdı o zaman” diyor içi yanarak.
Emekliliğine yedi yılı kalmış, iple çekiyor emekli olacağı günü. Bunca yıllık ömründe daha bir kez bile tatil nedir bilmemiş. Her sene bir dert… Emekli olunca ilk işi babasının köyüne gitmek, Bingöl Karlıova’ya. Bunca yılın yorgunluğu atılır mı hemencecik? Bilmiyor ya yine de emeklilik sanki ona tatillerin en güzeli…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder