24 Kasım 2010 Çarşamba

Arkası Adliyede-Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları


Fiziksel, psikolojik, ekonomik ve...


Arkası adliyede


Türkiye çapında yapılan araştırmalar kadınların; yüzde 39’unun yaşamlarının herhangi bir aşamasında eşleri veya birlikte yaşadıkları kişilerce fiziksel şiddete maruz bırakıldıklarını, yüzde 92’sinin yaşadıkları fiziksel veya cinsel şiddete ilişkin resmi kurum ve sivil toplum kuruluşlarından hiçbirine başvurmadıklarını, sadece yüzde 57,2’sinin Ailenin Korunmasına Dair Kanun’dan haberdar olduğunu gösteriyor. Kaldı ki kadına yönelik şiddetin yoğunluğunun ortaya konulması için sadece günlük burjuva gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini incelemek dahi ortada ne kadar vahim bir tablonun bulunduğunu gözler önüne sermeye yeter. Türkiye’nin herhangi bir yerinde öldürülen, dövülen, hakarete uğrayan, ekonomik güçlükler içinde yaşamaya çalışan kadınlar her gün gazete sayfalarında gözlerimizin önünden geçer.


Devrim Avcı'nın yazısı...




Aile içinde olur

Kadına yönelik şiddet olaylarında/haberlerinde son cümle genellikle şu şekilde biter: Eş/sevgili/akraba/ tanıdık ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Eğer olay bir ölüm ile sonuçlanmış ise bu durumda okuduğumuz cümle ise; “tutuklanarak cezaevine gönderildi” olmaktadır. İşte hakkını aramak için bin bir güçlükle mücadele eden yani yüzde 8’lik dilime girmeyi başaran o kadınlar için de hukuksal şiddet bu aşamadan sonra başlar.
Örneğin, Adapazarı’nda kocası tarafından şiddet gören ve şikâyet için gittiği karakolda, “aile içinde olur böyle şeyler” denilerek geri gönderilen, sonra bir kez daha hem eşinden hem kayınbiraderinden dayak yiyen ve yine şikâyet etmesine rağmen hiçbir işlem yapılmadan geri gönderilen, gidebileceği bir sığınmaevi olmadığı için ne yapacağını bilemez halde sokakta kameralara yakalanan kadın gibi. Tabii olay duyulunca savcılık harekete geçiyor ama hala açılan bir dosya olmadığı da yine gelen haberler arasında. Bu sırada muhtemelen dayakçı koca elini kolunu sallayarak geziyor, kadının şikâyetini dikkate almayan polisler hala aynı karakolda görev yapıyor. Tüm bunlar olurken şiddet mağduru kadın ise bir kez daha saldırıya uğramamak için evini ve cep telefonunun numarasını sürekli olarak değiştirip, kendi kendini korumaya çalışıyor.

Kanun başka uygulama başka

Oysa ne diyor 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun uygulanması hakkında yönetmelik; “Aile bireylerinden biri fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanması muhtemel olan, bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, toplumsal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözel ve ekonomik nitelikte şiddet içeren davranışa maruz kalmaları hâlinde, şikâyet ve ihbar mercilerine müracaat etmek suretiyle tedbir talebinde bulunabilir.” Peki kimmiş bu şikayet ve ihbar mercileri? Yine kanun metninden cevaplayalım: “Genel Kolluk kuvvetleri, Cumhuriyet Başsavcılığı ve aile mahkemesi hâkimliği” (madde 4).
Bu ve benzer olaylar şiddet mağduru kadınların maalesef haklarını aramak için başvurdukları adalet mekanizmasında karşılaştıkları olaylardan sadece bir kaçı. Oysa aile içi şiddet mağdurunun başvurması durumunda verilen tedbir kararı, “koruma kararı verilen kişinin: bulunduğu konutun haftada bir kez ziyaret edilmesini; birinci derece yakınları ile iletişim kurulmasını; komşularının bilgisine başvurulmasını; oturulan yerin muhtarından bilgi alınmasını ve bulunduğu konutun çevresinde araştırma yapılmasını” içerir.

Haksız mı haksız

Ceza Kanunu, her ne kadar töre sebebi ile işlenen cinayetlere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörmüş ise de, kadınların hayatlarını korumada hala eksik. Kanun, kadın cinayetlerini, fiili olarak töre ve namus sebebi ile işlenen cinayetler olarak ikiye ayırmakta ve sadece töre sebebi ile işlenen cinayetlerde bu cezayı öngörmüştür. Oysa, kadınlarımızın yaşam haklarının ellerinden alınmasının en “geçerli” sebebi namus olmaktadır. Namus kavramının eşittir kadın olarak algılandığı ülkemizde her tür gerici fikirle kadınlar öldürülüyor. Üstelik kadınların öldürülmelerinin sebepleri (ki bu kimi zaman saat sorma, tayt giyme, doğum kontrol hapı taşıma olabiliyor) de mahkemeler tarafından da ‘haklı’ görülüyor ve katil ceza indirimi alıyor. Haksız tahrik uygulaması, özellikle kadın cinayetlerinde sanığı yargılayan hâkimin de sanıkla aynı zihniyeti taşıdığını göstermiş oluyor ki hakkını aramak isteyen mağdur yakınlarının yine bir hukuksal şiddetle karşı karşıya kalması demektir. 
Adalet mekanizması bünyesinde çalışan kişiler, hakimler, savcılar, kolluk kuvvetleri kadına yönelik şiddet konusundaki tutum ve algılarında toplumsal önyargıları aşamıyorlar. Böyle olunca, bir tokattan bir şey çıkmayacağı, evin geçimini genellikle tedbir kararıyla evden uzaklaştırılan erkek sağladığından kadını mağdur etmemek adına kanunun uygulanmayabileceği, kanunun kadını değil aileyi korumayı hedeflediği, delil olmaksızın tedbir kararı vermenin mümkün olmadığı, kanunun kadınlar tarafından kötüye kullanılabileceği, kadının yaptığı herhangi bir aykırı hareketin haksız tahrik indirimi adı altında katilin cezasında indirim sebebi olmasının normal karşılanması, tecavüze uğramasında kadının sanıklara ne kadar karşı koyduğunun orantılanması… Ve maalesef işte burada da kadınlara yönelik hukuksal şiddet başlıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder