24 Kasım 2010 Çarşamba

“BEKLEMEK ÇOK ZOR”-Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları

Beklemek kapı arkalarında, pencere kenarlarında, diriyi beklemek, hayatın her gün yeniden yaşattığı kaygıyla beklemek… Kadınlığın ortak hikayesi olan açlık, güvencesizlik ve yoksulluğa bir de her gün eşin tersaneden sağ salim dönüşünü beklemenin hikayesini ekleyin. Tersane işçilerinin eşleri anlatıyor.
“BEKLEMEK ÇOK ZOR”


Yemek yapmak, çocuk bakmak, evi temizlemek, yaşlılara bakmak… Kadın deyince akla ilk gelenler bunlar. İlk akla gelenler ama emek olarak görülmeyenler. Emeği görülmeyenler içerisinde öyleleri var ki yoksulluktan kurtulmak adına, eşlerini veda ederek işe uğurlarlar.  Her sabah bir ayrılıktır onlar için. Kimilerinin asla geri dönemeyeceği bir ayrılık. Onlar her gün bir iş cinayeti ile anılan Tuzla tersanelerinde çalışan işçilerin eşleri. Onlar, televizyonlardaki son dakika haberlerini yürekleri titreyerek izleyenler.

Arzu Erkan'ın yazısı...



Kocaeli’nin Körfez ilçesi Esentepe Mahallesi’nde tersane işçisi eşleri ile birlikteyiz, bir tersane işçisinin evinde. Bazılarının eşi kriz gerekçesiyle işten çıkarılmış, bazılarının eşi çalışmaya devam ediyor. Bu sohbette bu ülkede kadın olmak deyince akla ilk gelen her şey var: Açlık, yoksulluk, güvencesizlik, şiddet…

Kıt kanaat
Derya Çetin yeni evli, sekiz aylık bir kız çocuğu var. Bize evini açan Derya’nın eşi beş yıldır tersanelerde çalışıyor. Bir işçi kenti olan Kocaeli’nde iş bulamayan eşinin Tuzla tersanesinde işe başlamasına öfkeli. Tek başına çocuğa bakmanın çok zor olduğunu, zaman zaman çok bunaldığını söyleyen Derya, şöyle devam ediyor: “Eşim sabah erken çıkıyor akşam kızım uyuduğunda geliyor. Çoğu zaman yüzünü bile göremiyor kızımızın. Ne bana ne de kızına zaman ayıramıyor. Aldığı üç kuruş para... Bir yere gezmeye bile gidemiyoruz. İnanır mısınız, aylardır İzmit merkeze bile inemedik yol parasını bulamadığımız için.”
Eşinin 750 lira ücret aldığını, 300 lira kira ödediğini aktaran Derya, ay sonunu getirmek için ailelerinden destek aldıkları zamanlar olduğunu belirtiyor: “Kıt kanaat geçinmeye çalışıyoruz, onlar da olmasa, geçinmek imkânsız. Çocuk küçük, ihtiyaçları çok. Bezi var, maması var. Öyle pahalı ki her şey pazara bile çıkamıyoruz. Çalışmak istiyorum ama çocuğuma bakacak kimse yok. Çocuğum küçük, kreşler dünya para. Seçim zamanları dünya kadar broşür dağıttılar. CHP’si olsun, AKP’si olsun kreş açacağız diye. Hiçbirini göremedik. Belediye ücretsiz kreş açmalı.”
Eşinin her gün bir iş cinayetinin yaşandığı tersanede çalışmasından dolayı yaşadığı endişeyi şöyle anlatıyor Derya: “Kaynak yapıyorlar, küçük dar alanlarda çalışıyorlar ve çıkan dumanı soluyorlar. Her gün iş kazası oluyor. İnsanlar ölüyor ama önlem alınmıyor. Her akşam biraz gecikse bende korku başlıyor. Arama üstüne arama... Acaba ne oldu diye. Neyse ki allahtan trafiğe takılmış oluyor.”
Tersanede altı yıl çalıştıktan sonra iki ay önce işten atılan Emriye Dalgıç giriyor söze: “Eşim 10 dakika gecikse yüreğim pır pır ederdi. Televizyonun başından ayrılmazdım acaba bir şey mi oldu diye. Beklemek çok zor.”

Eğitim ve sağlık temel sorun
Emriye abla, dört çocuk annesi. Okulların açılması ile ekonomik sıkıntıları daha da artmış. “Çocukların kitap, defter, kalem, forma gibi ihtiyaçlarını okul müdürünün yardımı ile karşıladım. Gittim durumumu anlattım yardım istedim. Kaymakamlığa gidip Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na başvurdum. Kömür yardımından yararlanmak istedim. Gelip eve bakacak ona göre yardım yapacaklarmış; bekliyoruz. Artık 6 ayda mı gelirler, 1 yılda mı bilmiyorum” diyen Emriye ablanın sıkıntıları bununla bitmiyor. Eşi işten çıkarıldığı için sosyal güvenceleri de ortadan kalkmış; bundan sonra sağlık masraflarını nasıl karşılayacağını bilmediğini ifade ediyor.
Zahide Erdoğan ve Gül Yıldırım’ın sıkıntıları da benzer. Zahide Erdoğan’ın eşi iki yıldır işsiz. Tersanelerde boru ustası olarak çalışan eşinin şimdilerde kahvehanede çalıştığını söylüyor. En büyük derdi ise sosyal güvencesinin olmaması.
Eşi 11 aydır işsiz olan Gül Yıldırım da “Üç kızım var, üçü de lisede okuyor. Geçim zor. Ama inanır mısınız çocuklarım da yokluğu öğrendi. Öyle lüks istekleri yok” diyor.

‘Ben de değiştim’
Yokluk, yoksulluk olur da kadınların yaşamında şiddet olmaz mı? Emriye abla fiziksel şiddeti de yaşamış bir kadın. Yedi yıl önce ekmek parası için Ordu’dan Kocaeli’ne göç etmiş, eşi ve çocuklarıyla. Ordu’dayken yaşam daha da zormuş onun için. “Yokluktan ve cehaletten eşinin sık sık kendisini ve çocuklarını dövdüğünü” söyleyen Emriye abla, “Tabii iş yok, okuma yazma yok. Sahip çıkan, destek olan yok. Bir yere gidemezsin. Ailenin yanına gitsen, ‘kocandır olur’ derler. ‘Senin yerin onun yanı’ derler. Memleketteyken böyleydi. Fakat buraya taşındıktan ve işe başladıktan sonra çevrenin, arkadaşlarının etkisi ile değişti. Çok şükür bir tartışmamız bile olmadı. Ama şimdi olsa başka. Ben de 7 yılda çok değiştim. En azından bir yerlere gidip, hakkımı arayabilirim, kendimi anlatabilirim. Eskiden olsa böyle değildi.”
Emriye ablanın anlattıkları üzerine Serpil Alver, kadının ekonomik özgürlüğü olmadan bunları yaşamasının kaçınılmaz olduğunu söyleyerek söze giriyor. Devletin şiddet gören kadına sahip çıkmadığını, karakola şikâyete giden kadını eşine geri vererek ölüme davetiye çıkardığına dikkat çekiyor. Şiddet uygulayan erkeğe ağır cezalar verilmesi gerektiğini söyleyen Alver, bunun için de kadınların şiddete karşı birlikte hareket etmeleri gerektiğini belirtiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder