24 Kasım 2010 Çarşamba

Sömürü de Taciz de Katmerli -Ekmek ve Gül Kasım 2010 Sayısı Yazıları

Tekstil atölyelerinde çalışan Kürt genç kızlar cinsel, ulusal, sınıfsal baskıyı iliklerine kadar yaşıyor

Sömürü de Taciz de Katmerli 





Yemek mi kötüymüş, ücretler mi ödenmemiş, şeflerinden azar mı işitmiş, patronların ve erkek çalışanların tacizine mi uğramış… Bunların hepsi zorlarına gidiyor, ama her türlü insanlık dışı muameleye sessiz kalmalarının tek nedeni var: İşsizlik. Genç kadınlar, işsizlik korkusuyla, hayallerini yıkan, hapishane hayatı yaşatan bu koşullara boyun eğiyor.


Dünyanın en büyük kentlerinden biri olan İstanbul’a her yaşta insan, bin bir hayalini gerçekleştirmek üzere gelir. Özünde ortaktır her göç edişin sebebi: İyi bir iş bulmak, daha iyi yaşamak… Daha terminalde otobüsten iner inmez bu hayalin gerçekleşmesinin ne kadar güç olduğu anlaşılır. Yakılıp yıkılan köylerden, harabe bir kasabadan, ilçeden, hatta kentten geliyorsanız, sizin için cehennem hayatı yeni başlamış demektir. Hele kadın ve genç kızsanız, işiniz iki misli zor.

Haşim Demir'in yazısı...



İstanbul’un her ilçesinde, her mahallesinde yerinden yurdundan edilmiş yüz binlerce aile oturur. Her ailenin birkaç çocuğu, özellikle de genç kızı işsizdir ve iş ayrımı yapmadan ne olursa çalışmaya hazırdır. Acımasız bir sömürü çarkına da bu yolla adım atmış olurlar.
Bu sömürü merkezlerinden biri Kartal Yakacık’ta bulunan Kastelli Sanayi Sitesi ve Cumhuriyet Mahallesi’nde kurulu Gün Doğdu İş Merkezi’dir. Kartal’ın çeşitli semtlerinden yüzlerce genç kız tekstil fabrikalarında günde 13-16 saat çalıştırılıyor. Çalışanların hepsi asgari ücrete tabi, ama aldıkları 360-450 TL’yi geçmiyor. Okullarını zorunluluktan yarım bırakmış 15-16 yaşındaki bu genç kızların büyük çoğunluğunun sigortası da yok.

Ne çeyizi!
Diyarbakır Lice’den zorunlu göçle gelen Hazal Örnek, “Nasıl olsa İstanbul’a gidiyoruz, orada iş bulurum diyordum. Çok yanıldım” diyor. Bir yılı aşkın süre işsiz kalmış Hazal, işsizlik onu her geçen gün daha da çok bunalıma sokmuş, “daha 17 yaşındayken kendini 40 yaşında gibi hissettiğini” dile getiriyor. “Şimdi ömür törpülüyoruz. Kürdüm. Aksanım Kürtçe olunca alay ediyorlar. Kürtçe konuşmamızı istemiyorlar. Ayda bazen 360 lira, bazen de 450 lira veriyorlar. Nedenini sorduğumuzda ise bize kabaca kapıyı gösteriyorlar. Ben çeyiz yapayım diyordum. Nerde! Ne çeyizi! Bir hırka bile alamam bu gidişle. Bize verilen yemekleri sokak köpeği bile yemez” diyen Hazal, her şeye işsiz kalma korkusundan katlandığını söylüyor.

Hayaller yok oluyor
Mardin Derik’te çatışmalı ortamın bütün acılarını yaşayan hatta kardeşini kaybeden Zozan Peçenek ise daha İstanbul’a adım atar atmaz hayallerinin yok olduğunu, her tekstil fabrikasının, her atölyenin açık bir cezaevi gibi olduğunu anlatıyor:  “Keşke buralara gelmeseydik. Bize insan gibi davranmıyorlar. Yaşıtımız erkeklerin sürekli taciz eden bakışları arasında çalışmak zorunda kalıyoruz. Şeflerin, bant sorumlularının, işletme müdürlerinin sözlü, SMS tacizlerine maruz kalıyoruz. Aldığımız parayı babamıza veriyoruz, ev geçinsin diye. Kendime bir çorap bile alamadım. Bu gidişle ne evlenebileceğim ne de çeyizim olacak.”
Kars Digor’dan göç eden Elif Demirci de koşullara işsizlikten dolayı boyun eğdiğini belirtiyor. Tekstil sektöründe hak ve hukuk olmadığını, Kurfalı’daki çorap fabrikalarında 13-14 yaşlarında çocukların çalıştırıldığını söylüyor. “Eğer öteki kardeşim çalışmasa resmen aç kalacağız. Ayda sadece bir kez semt pazarına gidebiliyoruz. Günde 13-16 saat çalışıyorum elime geçen 450 lira” diyen Elif, “Bu insanlık mı?” diye soruyor.
1998 yılında Batman’dan göç ederek Kartal’ın Soğanlık Mahallesi’ne yerleşen Rohat Tunç, 18 yaşında olmasına rağmen 35-40 yaşlarında görünüyor. 12 yıldan bu yana çok sayıda işte çalıştığını, evlere temizliğe giderken cinsel saldırıya maruz kaldığı için belki fabrika daha iyidir diyerek işe girdiğini anlatıyor: “Toprağımızı, evimizi bırakıp kaçıp geldik. Orada da özel timciler bizi taciz ediyordu. Büyük kadınları köy dışına götürüp tecavüz ediyorlardı. Sonra ‘kimseye söylemeyin’ diyorlardı. Bosna’da ne olmuşsa Kürt kadınlarına iki misli olmuştur. İşyerinde hiçbir hakkın yok. Üç ay ücret alamadığımız zamanlar oldu. Ses çıkaramıyorsun. Tek nedeni işsizlik. İşsizlik bizi teslim almış durumda. Ütücüyüm ama bana yeri geldiğinde tuvalet temizletiyorlar. Patron arabasını arkadaşlarımıza yıkatıyor. Bu insanlık değil.”

Hapishane hayatı
Erzincan’dan 15 yıl önce geldiklerini ve Cumhuriyet Mahallesi’ne yerleştiklerini belirten Nazlı Uslu, çorap fabrikasında çalışıyor. Kürt kökenli genç kadınlara ve çocuklara ayrı muamele yapıldığını, her türlü baskıya maruz bırakıldıklarını söyleyen Nazlı, “İstanbul’da çalışacaksan Kürt olmayacaksın, hak talep etmeyeceksin, diyor patronlar. Adalet de hak hukuk da zenginler için var. Bizim silahımız ise emeğimiz. Birleşmezsek, bir araya gelmez hakkımızı savunmazsak köle olmaya devam edeceğiz” diyor.
Dersimli Yeter Elçi ise çeşitli tekstil fabrikalarında çalıştığını, hep haklarının gasp edildiğini, sendikadan, sigortadan bahseden işçilerin hemen kapı dışarı edildiğini anlatarak, patronların işsizliği kullanarak işçilere her şeyi kabul ettirdiklerini belirtiyor. Yeter, “Genç kadın işçi olarak çalışmak sırat köprüsünden geçmeye benzer. Tacizin, şiddetin hedefi durumundayız. Hiçbir hakkın yok, hiçbir sosyal yaşantın yok. Evden işe, işten eve...” diyen Yeter’e göre, “Hapishane hayatı var bu tekstil atölyelerinde. Burada genç kadınların hayatları sönüyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder