17 Ağustos 2010 Salı

Çukurova’nın toprağını işleyenler- Ekmek ve Gül Dergisi Ağustos Sayısı Yazıları

                                                         Çukurova’nın toprağını işleyenler


Çukurova deyince bereketli toprak, toprak deyince üzerinde emek dökeni, ter dökeni; tarım işçisi… Geçmişten bu yana pamuğu, narenciyesi, karpuzu, fıstığı ile tarımla anılan topraklar olmuş Çukurova. Şairin de dediği gibi “ekmeğimiz” olmuş, “kefen bezimiz” olmuş; yani beşikten mezara besleyen olmuş tüm yurdu, hatta birinci sınıf ürünleri ile yurtdışını da. Peki ya emek emek toprağı işleyenler; onların yaşamları, ektikleri biçtikleri ile kazandıkları, emeklerine layık yaşatabiliyor mu onları?
Sevil Aracı'nın haberi...



Çukurova bölgesinde farklı şekillerde yaşayan ve çalışan tarım işçileri var. Bir kısmı işin yoğun olduğu dönemlerde göçebe geliyorlar buralara; daha çok doğu illerinden. Derme çatma yaptıkları baraka ve çadırlarda geçici bir süre kalıp işler bitince başka işçilik gereken bölgelere gidiyorlar. Bir kısmı ise on yıllar önce yaşanan savaş ve çatışmalı ortam nedeniyle göç etmeye zorlanmış aileler. Bunlar, özellikle Karataş civarındaki tarım arazilerinin yakınlarında çadır kentler inşa etmişler. Kimisi 15 yıldır aynı bölgede kalıyor. Bu çadır kentler yerleşik hayatı biraz daha andırıyor. Ama sonuçta kamıştan, naylondan çadırlar… Bir kısmı da Adana’nın kenar mahallelerinde yaşayan ve sabah erkenden tarlalara, bahçelere götürülen işçiler.
Farklı yerleşim şekillerine sahip olsalar da tarım işçilerinin tümü tarlalarda aynı kötü koşulları paylaşıyorlar. Hepsi de bir yasal ve sosyal güvence olmaksızın çalışıyor. Hepsi de örgütsüz. Ve tarım işçilerinin büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor.

Suda, Ekmekte, Çamaşırda Kum
En zor koşullarda yaşayan tarım işçilerinin çadırlardakiler olduğu söylenebilir. Karataş Tuzla bölgesi tarlalara, yani işyerlerine yakın. Zaman zaman çadır bölgelerini ziyaret ediyoruz. Bu sırada yaptığımız sohbetlerde dile getirilen öyle çok sorun var ki, özellikle de kadınların yaşadığı.
Çadırlarda kadın olmak daha da zor. Topraklarından kopup gelmenin zorluğunu anlatırken, özellikle yaşlılar, çok duygulanıyor. Yaşlı kadınlar Türkçe bilmiyor. Hem Türkçe hem Kürtçe bilen gençler tercümanlık yapıyor bize. “Köyümüzde her şeyimiz vardı” diyorlar, “Hayvanlarımız, ağaçlarımız, tarlalarımız, evimiz…”
“Ev” en büyük özlem onlar için. Ne kadar özenle inşa edilse, elektrik de çekilse, çanak antenli televizyon da yerleştirilse çadır sonuçta. Yağmur yağdı mı çadırları su basacak diye korkuyorlar. Sıcak oldu mu tüm güneş çadırın içinde. Kışın kurulan sobalar, yalıtım olmadığından fazla bir işe yaramıyor.
İçlerinden biri, su şişesinden bozma saksıda bir fidan gösteriyor bize. Memleketten getirmiş, meşe fidanıymış. Burada büyütecekmiş memleket hasretini bir nebze olsun giderir diye. Dönerken onu da götürecekmiş asıl vatanına.
Kadınlar çocuklarının sürekli hasta olmasından yakınıyor. Astım, bronşit çok yaygın. Çünkü rüzgarlı hava sürekli kum taşıyor üzerlerine. İçtikleri su da kuyudan, içinden kum çıkıyor. Bir yandan tarlada çalışıyorlar, bir yandan kuyudan çektikleri suyla evlerini, çocuklarını, üstlerini başlarını temizliyorlar, yemek yapıp bulaşık yıkıyorlar. “Her gün çamaşır yıkıyorum, şu çocukların haline bak” diyor biri, sürekli temizlik yaptığı halde temizleyememekten şikayetçi.
Ekmeklerini de kendileri yapıyor. Her gün ekmek pişirmeleri gerekiyor ailelerini doyurmak için. Ama özellikle rüzgarlı günlerde ekmek pişirmek de bir işkenceye dönüşüyor. Kum doluyor hamurun içine, ateş yanmıyor. Pişen kumlu ekmek yenmiyor.
Çadırda yaşayan ailelerin çocukları için de yaşam zor. Pek çoğu okula yürüyerek, kendi söyleyişleri ile “ayakla” gidiyorlar. Servisle gidenler ise ayrımcılıktan yakınıyor. Köylerdeki çocuklar beklenirken kendileri hiç beklenmiyormuş. Çoğu okula gidince öğreniyor Türkçe’yi. Ama çocuk her yerde çocuk. Gülüp oynuyorlar kumun toprağın içinde, hiçbir olanakları olmasa da…

Mesai Saatleri Belirsiz
Tarım işçisinin belli bir mesai saati yok. Sabah gün ışıması ile birlikte dökülüyorlar yollara. İşe gitme telaşındaki işçiler köşe başlarında toplanıyor. Kışın servis bekledikleri yerlerde teneke bidonlarda ateşler yanıyor, hızlı, ayaküstü kahvaltılar yapılıyor, çaylar yudumlanıyor. Ne zaman dönecekleri belli olmadan dökülüyorlar yollara.
Kadınlar en çok geç gelmekten şikayetçi. Çünkü evlerine onlardan önce dönen kocalarından fırça yiyorlar, yemek hazır olmayınca. Gecenin karanlığında çalışmak da zor tabii. “Patronlardan madencilerinki gibi ışıklı şapka isteyeceğiz” diye şakalaşıyorlar bu durumu anlatırken.
Bu uzun çalışma saatleri karşılığı olan ücretleri zaten düşük, ama asıl mesele yevmiyelerini zamanında alamıyor olmaları. Yevmiyeleri kart olarak biriken işçilere, genellikle “hasattan sonra satış olunca ödeme yapılacağı” söyleniyor. Hasattan sonra da parasını alamayan işçi sayısı az değil.

Sendika Şart
Tarım işçilerinin sorunları uzayıp gidiyor, anlatmakla bitmiyor. Ama en kötü yanı hiçbir yasal güvencelerinin olmaması. Tarım işçilerinin İş Kanunu kapsamında sayılmamalarının açıklanabilir tek sebebi, bu alanın tümüyle kölelik şartlarına bırakılmak istenmesi olabilir. Önceki iş kanunlarında olduğu gibi, tarım işçileri, en son çıkan 4857 sayılı İş Kanunu kapsamının da dışında tutulmuştur. Tarım işçileri bu kötü yaşam koşullarından ancak örgütlü bir mücadele ile kurtulabilir. Onların örgütlenmesi ülkemizdeki demokrasi, özgülük ve emek mücadelesine yeni açılımlar sunacaktır. Tarım işçilerinin birleşik bir hareketinin yaratılması için işçilerin bir sendika etrafında örgütlenmesi gerekiyor. Valilikler bünyesinde oluşturulan Tarım İşçileri Ücret Tespit Komisyonu’nda da sendikanın temsiliyetine yer verildiğinden bu önemli. Dileğimiz tarım işçilerinin en kısa zamanda örgütlü bir güce, bir sendikaya kavuşması.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder