18 Ağustos 2010 Çarşamba

Janjanlı Antalya’nın solgun yüzleri- Ekmek ve Gül Dergisi Ağustos Sayısı Yazıları

Janjanlı Antalya’nın solgun yüzleri


Güneşi, denizi, kızgın kumuyla anılan, hatta adı “özgürlük”le eşleştirilen Antalya’nın tanıtıldığı janjanlı reklâmların ardında farklı bir gerçeklik var. Sunulan bu tablo turizm sektöründe çalışan kadın işçiler için hem tanıdık hem de çok uzak..
Berivan Tedik'in haberi...



Antalya, turizmin gözbebeği sayılan kentlerimizden. Bahardan başlayan janjanlı otel reklâmları ve magazin haberleriyle sektörün nabzını tutan Antalya, güneşin, denizin, kızgın kumun, hatta ‘özgürlüğün’ adı olarak tanıtılıyor. Gelgelim “içi beni dışı seni yakar” misali, turizm işçileri için bu tablo, hem tanıdık hem çok uzak. Antalya’nın göbeğinde tüm olanakların olduğu otellerde çalışan işçiler, ne denizden ne kumdan ne güneşten faydalanabiliyor.
Bu sektörde çalışmak belki staj yapmaya gelen gençler, iş hayatına henüz atılan kişiler için bu renkli tablo başta heyecanlı, kısmen eğlenceli gelebilir. Ancak turizm işçileri, bu heyecanın çabuk geçtiğini, canlı kanlı yüzlerin bir süre sonra solduğunu, bırakalım eğlenceyi insanlarla iletişimlerinin bile neredeyse koptuğunu anlatıyorlar.
Antalya’nın tatil mekânlarından biri olan Belek’te, otelde kat şefi olarak görev yapan Neslihan Demirören’e de turizm sektöründe çalışmak başta cazip gelmiş. İş bulamadığı Amasya’dan kalkıp Antalya’ya gelişini şöyle anlatıyor: “Buradaki akrabalarımın aracılığıyla 2002’de işe girdim. Kalacak yerin, lojmanların olması –evim olmadığı için– cazip geldi. Turizmde çalışmayanlar için bu alan televizyonların etkisiyle farklı ve cazip geliyor. Ama içine girince her şey başkalaşıyor.”
Her sabah altıda servise bindiklerini ve kimsenin kimseye “günaydın” dahi demediğini, çünkü serviste uyuduklarını söyleyen Neslihan, “Çalışanlar canından bezmiş. Kitap okuma yok, sinema-tiyatro yok, bir iki bardak bir şey içme yok. Öyle bir iş akışı var ki, otel dışında başka bir sohbet edilmiyor” diyor. Otellerde katı bir ast-üst ilişkisinin yaşandığını kaydeden Neslihan, çalışanlar arasında kışkırtılan bir rekabet olduğunu ifade ediyor.
Turizm sektöründe çalışan tüm işçiler için koşullar kısmen aynı olsa da kadınlar ayrıca işte yükselme, toplumsal bakış gibi sorunlar da yaşıyor. Turizmde çalışan kadına da iyi gözle bakılmadığını söylüyor Neslihan: “Bazen ilk bakışta taciz diye nitelendirilmeyen söylemler kibarca iltifatmış gibi de algılanabilir. Örneğin oda-kat temizlikçileri odada erkek misafir olduğu zaman da odayı günlük temizlemek zorunda oldukları için, bazen temizlik yaparken senden içki getirmen istenebiliyor yılışa yılışa. Dışarıdan bakıldığında çok normal de gelebilir. Ama bilinçle de alakalı olduğunu düşünüyorum yani iltifat mı, sözlü taciz mi olduğunu anlamak için.”
Neslihan, Antalya’da yüzlerce otel olduğunu ancak yönetici kadrolarda bulunan kadın sayısının çok az olduğunu sözlerine ekliyor.

Kadının mesaisi 06.00-01.00
Evli ve çocuklu olmak, kadınların iş bulma şansını yarı yarıya düşürüyor. İşveren evli olmayan, çocuğu olamayan yani gece gündüz çalıştırabileceği “enerjik” kadınları işe almak istiyor.
Neslihan’ın bir günü şöyle geçiyor: Sabah saat 06.00’da servise biniyor. Uzun saatler boyunca sürekli ayakta çalışıyor. En son kendi deyimiyle “pili bittiğinde” servise binip, indiği yerden evine 20 dakika yürüyor. Henüz 1 yaşında olan kızı Yaren’i bakıcıdan alıp ihtiyaçlarını karşılıyor. Tüm bunların ardından yemek pişirme derdine düşüyor. “Çocuğu doyur, ilgilen, yemek ye, çocuğu yatır, çamaşırı, bulaşığı yıka...” Bir bardak çay bile içemeden belki gece saat 01.00 gibi yatağa girebiliyor.
Zamanın kendisine yetmediğini söyleyen Neslihan’ın eşi de turizm sektöründe. “Yorgunluktan, hayat gailesinde birbirimize zaman ayıramıyoruz” diye yakınıyor. “Otelde çalışan bir kadın olarak ne evine, ne çocuğuna, ne kendine, ne de eşine zaman ayırabiliyorsun. Sonrasında suratı asık, mutsuz bir kadın oluyorsun. Bir günlük tatilde de evi temizleme, çocuğunun ihtiyaçlarını karşılama ile geçiyor ve aynı yorgunlukla işe gidiyorsun. Dinlenme şansımız olmuyor. Çocuğun hastalansa bile işe gitmek zorundasın.”
Neslihan, turizm çalışanlarını maden işçilerine benzetiyor: Sadece gün doğuşunu görebiliyoruz, hava karardığında eve dönüyoruz.

Sistemin istediği işçi profili
Evrim Küçükduman için ise turizmde çalışmaye başlamak bilinçli bir tercih değildi. “Şartları nedir, zorlukları nedir hiçbir fikrim yoktu. Antalya’da yaşayınca da turizm sektörüne girdim” diyor. Bu sektörde 9 yıldır çalışan Evrim, şöyle anlatıyor: “Turizm alanında çalışmak zor; hele de evliyseniz. Ben evli değilim ama arkadaşlarımı görüyorum. İş başvurusunda kadınların doğum izni, çocuk vs. tercih edilmiyor. Her ne kadar çalışanların yarısı kadın olsa da yönetim kadrolarında kadınların bulunmasını, görev veriliyor olmasını erkek çalışanlar hazmedemiyor. Posan çıkana kadar çalışıyorsun. Eve geldiğinde herhangi bir sorumluluğun yoksa uyuyorsun, hiçbir sosyal etkinlikte bulunamıyorsun. Sistem tarafından istenen işçi profili. Koşullarının iyileştirilmesini istediğinde ‘İşinize gelmiyorsa çıkabilirsiniz biz sizi zorla çalıştırmıyoruz’ cevabıyla karşılaşıyorsunuz.”
Kadın işçilerin çok emek, az ücret anlayışı ile iki kat sömürüldüğü turizm sektöründe yaşananlar böyleyken tatil fikri bir an için soğuk gelebiliyor. Ancak üretim ve tüketim makineleri tüm işçi ve emekçilerin haklarını tırpanlayarak, çalışanları ayrıştırarak, örgütsüzleştirerek kârına kâr katarak hızla çalışmaya devam ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder